25 Ağustos 2016 Perşembe

KEMER

Özet:
Tarih: Haziran 2015
Amaç: Balayı
Favori Faaliyet: Denize girmek, dinlenmek
Favori Görülecek Yer: Olimpos
Favori Gidilecek Mekan: Çiğdem Han, İkiz Restoran, Monte Kemer Restoran

İzin için en güzel mazeret olan balayı tatilimizi bir otele tıkalı geçirmek mi yoksa bir pansiyonda kalıp gezerek geçirmek mi arasında kararsız kaldıktan sonra ikisini birden yapmaya karar verdik. 

Ankara’dan yola çıktıktan 6 saat sonra Kemer’deydik. Turizmde son 2 yıldır yaşanan kriz Kemer’i ve esnafını da vurmuş gibi. Dükkânlar, sokaklar bomboş. Yol yorgunluğunu atmak için hemen internetten tesadüfen bulduğumuz Çiğdem Han’a yerleştik. Çiğdem Han, çalışanları gayet güler yüzlü, odaları küçük ama sevimli, eşyaların her biri titizlikle seçilmiş, her türlü detay düşünülmüş, şirin bir pansiyon. (Geceliği kişi başı kahvaltı dahil 75 TL) Daha kapıdan girdiğimiz anda lobisindeki dünyanın dört bir yanından toplanmış, çeşit çeşit ve bir kısmı da el emeği objeleri görünce mest olduk diyebiliriz. Çiğdem Han’ın sahibi yurtdışında yaşıyor ve pansiyonu çok yakın arkadaşı Emel Hanım işletiyor. Emel Hanım o kadar misafirperver ki, her konuda yol göstermekle kalmayıp (Kemer’de nerede yemek yiyebiliriz, nerelerde denize girebiliriz vb.), plaj çantamın kopan sapını bile kendi elleriyle tamir etti. Antalya domatesi, bazen simidi poğaçası, günlük meyveleri ile kahvaltı ikramları gayet güzel ve doyurucu idi.
Çiğdem Han
Emel Hanım’ın tavsiyesiyle ilk akşam Köfteci Ali’ye gidip, köftesinin yanında Antalya usulü tahinli piyazının tadına baktık. Köfte güzel; ancak Ankara’da yediklerimizden çok farklı değil. Tahinli piyaz ise, acımtırak tadı her damağa uygun olmasa da, bizim için çok lezzetliydi.
İlk akşamımızı Kemer Saat Kulesi’ndeki kafede, çocukluğumuzun favorilerinden Ayna Grubu’nun solisti Erhan Güleryüz’ün konserini dinleyerek geçirdik.
Kemer Saat Kulesi
Kemer’deki 2. Günümüzde, doğal sit alanı olarak koruma altında olan, Kemer’e yaklaşık yarım saat mesafedeki Olimpos’a doğru yola çıktık. Arabamızı girişteki otoparka bıraktıktan sonra sahile ulaşmak için, arkeolojik kazılar sonucu gün yüzüne çıkan surlar ve lahit mezarlar gibi tarihe ait birçok kent kalıntısının arasında, su kanallarının üzerinden atlayarak, kaplumbağalara selam vererek, uzun bir yürüyüş yaptık. Bu yürüyüşün sonunda oldukça temiz ve kumlu bir plaj ile çarşaf gibi bir denize ulaştık.

Akşam yemeğini nerede yiyeceğimizi bilmesek de ne yiyeceğimizden eminiz: Lagos! Olimpos sahilinin devamındaki Çıralı’da yer alan İkiz Restoran’da tadını unutamayacağımız ve yeni gelen av yasağı nedeniyle belki bir daha hiç yiyemeyeceğimiz lagosları mideye indirdik. Lagos şahane ama fiyatlar biraz tuzlu maalesef. (kilosu 110 TL)

Alışveriş yapmak istediğimizde esnafın ilgisizliği, mekanlardan gelen garip yemek kokuları ve sokak ortasında yabancı turistleri Ankara havasıyla eğlendirme çabaları, Kemerin daha çok Rus turistlere hitap ettiğinin, Türk turistlerin fazla kale alınmadığının göstergesi.  Neyse ki, yürüyüş yaptığımızda, Kemer sahilinde kumun içinde masalar kurulu, gitarla canlı müzik yapan birkaç kafeyi görmek bizi rahatlattı.

Kemer’deki 3. Günümüzde ise Tekirova Beldesi’ne bağlı Phaselis Antik Kenti’ni görmek istedik. 



Kemer’e 10 dakikalık mesafedeki Phaselis, yaz aylarında gitmiş olmamıza rağmen, çam ağaçlarıyla dolu olması nedeniyle gayet serin. Ancak korunuyor olmasından ve koyda hiçbir yapılaşmaya izin verilmemesinden dolayı antik kent içerisinde hiçbir tesis, şezlong, şemsiye vesaire yok.
Phaselis Antik Kenti
Daha çok teknelerin yanaştığı ve insanların açıklarda denize girdiği; karayoluyla gelenler için imkanları elverişsiz olsa da, manzarası mükemmel, suyu tertemiz güzel bir koy. Çare tükenmez, havlularımızı bir çamın gölgesine serelim desek de; sahilde çok fazla taş olunca akşamı edemeden, biraz da hayal kırıklığı ile, Phaselis’ten ayrıldık.
Phaselis Antik Kenti

Kalan zamanımızı Kemer’in merkezinde denize girerek geçirdik; ama kumsal olmadığı için iskeleden merdivenle denize inmek pek tat vermedi.

Akşam yemeği için, otelimizin çok yakınındaki Monte Kemer Restoran’ın bahçesindeydik. Boşnak bir kadının işlettiği Monte Kemer’in yemekleri, fiyatları tuzlu olsa da, gerçekten çok çeşitli ve lezzetliydi. Yumuşak bir sesten dinlediğimiz canlı müzik ve yabancı konukların dansları eşliğinde eğlenceli bir akşam geçirdik.

Kemer’in huzurlu havası, denizinin sakinliği ve mükemmel lezzetleri sayesinde balayımızın ilk yarısını oldukça memnun bir şekilde tamamladık ve Kemer bir gün yeniden gitmek istediğimiz tatil yöreleri arasında yerini aldı.

                                                                                                                   B & Y 05.06.2015

23 Ağustos 2016 Salı

SARIMSAKLI

Özet
Tarih: Temmuz 2016
Amaç: Tatil
Favori Faaliyet: Yüzmek
Favori Görülecek Yer: Şeytan Sofrası
Favori Gidilecek Mekan: Leda Dondurma

Ramazan Bayramı tatilini fırsat bilip eşimin doğduğu, benimse daha önce gitmediğim Balıkesir’e doğru yola çıkıyoruz. Amacımız Akçay’da aile büyüklerini ziyaret ettikten sonra Sarımsaklı’da birkaç günlük tatil yapmak.

Akçay’dan Sarımsaklı’ya gelirken yol üzerinde karadut şerbeti ve pekmezi satan tezgahlar  dikkatimizi çekiyor. Birinde durarak karadut şerbetini deniyorum. Satıcı abimiz lezzetinin yanı sıra karadutun şifa deposu olduğunu da özellikle vurguluyor. Şerbet lezzetli ancak içtiğimizi yeterli bulup yolumuza devam ediyoruz.

Muhtemelen herkes bayram tatilini fırsat bilip benzer düşüncelerle hareket ettiğinden Sarımsaklı’ya geldiğimizde akıl almaz bir kalabalıkla karşılaşıyoruz. İlk sıkıntıyı otoparkta yaşıyoruz. Anladığımız kadarıyla Sarımsaklı’da en önemli geçim kaynaklarından birisi otoparkçılık. Devamında otele yerleşip dışarı çıkıyoruz ve bir insan selinin içinde buluyoruz kendimizi.

Bir şeyler yemek istiyoruz. Ayvalık tostu tercihimiz ancak pek isabetli bir tercih olmadığını anlıyoruz. Tost beklentimizden çok uzak. Çarşı ya da merkez diyebileceğimiz alanda bir lunapark var. Çok yüksek sesli müzik çalması ve inanılmaz kalabalığı dikkat çekiyor. Ancak insanlarda genel anlamda bir mutluluk durumu var. Lunaparkın biraz ilerisinde pazar yeri gibi bir yer gözümüze çarpıyor, yerel bir şeyler bulabiliriz düşüncesiyle giriyoruz ancak eli boş çıkıyoruz.

Gecenin en mutlu eden anı Leda Dondurma’da yediğimiz dondurma, karadut favorim. Ancak külahımda yer alan kavun ve limonu da beğendim. Gün boyunca beklentimizi tam olarak karşılayan tek yer burası. Günün yorgunluğu ile biraz erken odamıza çekiliyoruz. Otelimiz Neo Soley, gecelik 250 TL ödediğimiz otel konum olarak oldukça iyi olmasına rağmen genel anlamda yetersiz. Fiyat kalite performansı düşük.

Ertesi sabah erkenden önce kahvaltı sonra deniz yapıyoruz. Günün biraz erken vakti olsa gerek akşamki kalabalıktan eser yok. Serin denizin tadını çıkarıyoruz. Dinlenirken Cunda’ya gitmeye karar veriyoruz. Kararda konakladığımız Neo Soley Otel’in düşük konforunun da etkisi büyük.

Daha az tercih edileceğini düşündüğümüz bir dönemde şansımızı tekrar deneyelim diyerek yola çıkıyoruz. Büyük beklentiyle gittiğimiz Sarımsaklı’dan denizi ve kumsalını beğenmemize rağmen kaçarcasına uzaklaşıyoruz. Aklımızda kalan tek iyi şey Leda Dondurma’da yediğimiz enfes dondurma.


Şeytan Sofrası’nı görelim diyoruz yol üzerinde. Eşsiz Ege ve adalar manzarasına sahip bir tepe burası, çeşitli rivayetlere konu olmuş. Şeytanın ayak izini görebilirsiniz mesela. İnsanlarımızın burada da dilekte bulunduğuna şaşkınlıkla tanık oluyoruz. Şeytandan neyi talep ettikleri merak konusu!


Han Kafe’de oturup manzaranın keyfini çıkarıyoruz. Burada Ayvalık tostunun yöresel bir peynirle yapılan daha lezzetli bir versiyonunu tadıyoruz ancak çok sıra var ve gelmesi biraz uzun sürüyor.

Gün batımını göremesek de gördüğümüz kadarıyla manzaradan bir hayli hoşnut olarak Şeytan Sofrası’nı da geride bırakıp yola devam ediyoruz.

                                                                                                          M & A 07.07.2016

19 Ağustos 2016 Cuma

TRABZON

Özet:
Tarih: 11 Temmuz 2016
Amaç: Gezi
Favori Faaliyet: Yemek yemek
Favori Görülecek Yer: Boztepe, Maçka, Hamsiköy
Favori Gidilecek Mekan: Boztepe Çay Bahçesi, Ayasofya Müze Kahvaltı, ZİTAŞ Tesisleri

Trabzon’a Karadeniz turumuzun bir parçası olarak gidiyoruz. Hava çok sıcak; ama bir tarafımız yeşil bir tarafımız mavi. İkisi de Ankara’da pek göremediğimiz güzelliklerden, bu yüzden yol boyunca yeşillikleri mi seyretsek, denize mi baksak karar veremiyoruz. En sonunda fotoğraf çekmekten ikisine de bakamadığımızı fark ediyoruz. Bu arada fonda USB’mize kaydetmiş olduğumuz Karadeniz Türküleri çalıyor, iyice moda giriyoruz.

Hava kararmak üzereyken doğrudan Boztepe’ye çıkıyoruz. Boztepe’de günbatımını izlemeden gelmeyin demişlerdi, iyi ki de demişler! Gökyüzünün renkten renge girişini semaver çayı eşliğinde izliyoruz. Tesadüf o ki İstanbul’da ikamet eden arkadaşlarımızla karşılaşıyoruz. Boztepe’de çay, muhabbet ve manzara mükemmel 3’lü…








Açlıktan ölmeden önce kendimize kalacak bir yer bakıyoruz. Trabzon’da kalacak temiz bir otel bulmak çok zor. Kamu misafirhanelerinin hepsi dolu. Öyle olunca kışın öğrencilere yurt hizmeti veren Serra Apart’a gecelik kişi başı 50 TL (kahvaltı hariç) vermek üzere yerleşiyoruz. Sonrasında soluğu Akçaabat Cemil Usta’da alıyoruz. Her ne kadar Akçaabat köftecisi olarak ünlenmiş olsa da, Cemil Usta’da favorimiz domates soslu levrek buğulama ve yanında bol yeşillikli salata. 

Levreğin tadı damağımızda, merkezdeki Uzun Sokağa gidip bir tur atıyoruz. Geç kalmamak lazım, ertesi gün yolculuk var.

Kahvaltı için internetten küçük bir araştırma yaptık ve Ayasofya Müzesi’ndeki kahvaltı mekanının en popüler mekanlardan biri olduğunu gördük. Gayet salaş bir mekan olmasına rağmen, deniz manzarası, hizmet kalitesi ve en önemlisi de kuymağı ve kayganasıyla bizi mest etti. Kahvaltı kişi başı 14 TL, ancak tek kişilik serpme kahvaltı iki kişiyi doyurmaya yeter. Yanında aldığımız kuymak için 10 TL, kaygana için 7 TL ayrı bedel ödüyoruz.

Tabi ki Sümela Manastırı’nı görmeden gitmek istemiyoruz; ancak restorasyon çalışmaları nedeniyle Manastır kapalı. Neyse ki Trabzon’a yeniden gelmek için artık bir bahanemiz var.

Rotamızı Maçka’ya çeviriyor, denizden ayrılıp içeriye, yeşilliklere, doğru yol alıyoruz. Önerilere kulak veriyor ve ZİTAŞ Tesislerinde bir mola veriyoruz. Tesisi bulmak bayağı zor oluyor, çünkü sadece 1 tane tabelası var ve tabelayı kaçırdığımızı Zigana Geçidi’ni geçerken anlıyoruz. (Biz bulmakta zorlansak da Arap misafirlerimiz çoktan tesisi bulmuş ve en güzel köşeleri kapmışlar.) Tesisin mükemmel bir manzarası ve sıcak havaya rağmen hafif bir esintisi var. Karnımız tok ama kara lahana sarması yemeden olmaz deyip, sarmanın tadına bakıyoruz. 

Dönüş yolunda özellikle Hamsiköy’den geçiyoruz ki bakalım sütlacı bahsedildiği kadar lezzetli miymiş? Kahvede oturan amcalar Yayla Lokantası’nı işaret ediyor. Lokanta sahibi ve Hamsiköy sütlacını meşhur eden Osman Amca bir koşu sütlaçlarımızı getiriyor. Kocaman 1 kase sütlacı afiyetle yedikten sonra fiyatını öğreniyoruz 5 TL. İçimiz rahat etmiyor, “Kaç kilometre yol geliyor insanlar, neden bu kadar ucuz satıyorsunuz?” diye sormadan edemiyoruz. “Benim hakkım bu, fazlası haram” diyor Osman Amca. Böyle insanların hala yaşadığını bilmek güzel. O zaman hakkını verelim deyip 2. kase sütlaçlarla yola çıkıyoruz. Bir sütlaç için o kadar yol gidilir mi diyebilirsiniz. Vallahi de gidilir!

                   
Her ne kadar son zamanlarda hakkında pek iyi şeyler duyamasak da, Uzungöl’ü pas geçmek istemiyor ve geceyi Uzungöl’de geçirmeye karar veriyoruz. Birkaç otel gezdikten sonra, aşçısından kahvaltıda kuymak sözü alarak kişi başı 80 TL'ye (kahvaltı dahil) Kamanoğlu Otele yerleşiyoruz. Ardından Uzungöl’ün etrafında bir tura çıkıyoruz; ancak gölün dört bir yanını bilumum oteller, restoranlar, hediyelik eşya dükkanları ve seyyar satıcılar kapladığı için biraz hayal kırıklığına uğruyoruz açıkçası. Sabah 6’da yürüyüşe çıkmak çok daha mantıklı. Hem gecenin ışıkları söndüğü için manzarayı daha rahat görebiliyor, hem de yemek kokularından arınmış temiz Uzungöl havasını soluyabiliyoruz sonunda.


Trabzon gezimizden bize kalan her bir köşesindeki nefis tatlar ile her tonuna rastladığımız yeşillikler oluyor.
                                                                                                                 B & Y 18.08.2016




18 Ağustos 2016 Perşembe

AKYAKA

Özet

Tarih: Eylül 2015
Amaç: Tatil
Favori Faaliyet: Azmak’ta tekne yolculuğu
Favori Görülecek Yer: Azmak
Favori Gidilecek Mekan: Olta Restaurant

Muğla’da Gökova Körfezinde bulunuyor Akyaka. Tavsiye üzerine gitmeye karar veriyoruz biz de. Yaptığımız arayış sonunda gözümüze kestirdiğimiz Big Blue’dan oda kahvaltı tek gecelik rezervasyon yaptırıp gidiyoruz.  Mekanın konumu, odanın temizliği, yeni ve modern mobilyaları beklentimizin üstünde.

Akyaka’ya vardığımızda akşam olmak üzere. Azmak nehrine ayırıyoruz günden geri kalanı. Ufak tekneler üç beş yolcuyu bulunca çalıştırıyorlar motoru. Denizden nehire geçiyoruz. Nehir suyu berrak, koca koca balıkları seyrediyoruz. Nehrin iki yanı yemyeşil, içi de öyle. Yosunlardan bir orman uzanıyor altımızda.
Azmak

Restaurantların olduğu bölge tekneler için durak. İniyoruz. İnsanlar suya ayaklarını sokuyor, yüzen bir çifte hayretle bakıyor herkes. Su inanılmaz soğuk. Nehir kıyısında sıra sıra balık restaurantları var, yer bulmak hele de nehir kıyısında olsun derseniz şansınıza kalmış. Olta Restaurantta buluyoruz biz böyle bir yer. Mezeleri çok lezzetli. Ortası deniz mahsulüyle doldurulmuş mantar bir harika. Kaya koruğu denen bir çeşit ottan bir meze tadıyoruz ki o günden sonra her yerde onu arar olduk. Barbun ve kalamardan da hoşnutuz. Etrafımızda yüzen ördeklerle birlikte yemeğimizi yerken güneşi de batırıyoruz.

Azmak


Yemeğin arkasından şeftalili, krepli ve helvalı çok lezzetli değişik bir tatlı servis ediliyor. 200 TL civarında bir hesap ödediğimiz mekandan memnun ayrılıyoruz.

Dönüşte yürüyoruz, yaklaşık 20 dakikada sürüyor. Yol boyunca Akyaka’nın şirin beyaz evlerinin tadını çıkarıyoruz. Çarşı hareketlenmiş bu saatlerde.

Ertesi sabah Big Blue’da sunulan kahvaltı da beklentimizi karşılıyor. Bir gece daha kalmak istiyor ancak yer bulamıyoruz. Yönlendirdikleri Erdem Otele geçiyoruz biz de. Big Blue’dan sonra standardımız epeyce düşüyor.

Akyaka’nın denizi bizi çok şaşırtıyor. Metrelerce sadece dizlerimize geliyor deniz ve üzerinde nehirden karışan bir karış soğuk su var ki alışmak mümkün değil. Yakındaki koylara gitmeye karar veriyoruz. Önce yarım saat kadar bir mesafede Akbük’e, sonra yine yaklaşık yarım saat uzaklıkta olan Ören’e uğruyoruz. Akbük’ü pek sevmiyoruz, ancak Ören’in küçük, şirin plajı ve denizi bizi bir hayli mutlu ediyor.

Akbük

Akşama tekrar Akyaka’ya dönüyoruz. Konyalı Gözlemeci ve Tostçu meşhur yerlerindenmiş, araya sora bulup gözlemelerini tadıyoruz. Lezzetli ancak sıradan.


Ertesi sabah Erdem Otel’de kahvaltı etmek istemiyoruz, zira aklımız Azmak’ta kaldı. Olive Farm’ın mağazasına gidip zeytin ve zeytinyağı alışverişi yapıyoruz. Organik sertifakalı ürünler güzel, ancak biraz pahalı. Azmak kıyısındaki mağazanın bahçesinde kahvaltı servisi de yapılıyor. Burada çok iddialı olmasa da güzel bir kahvaltının ardından, nehrin içine koydukları masada ayaklarımız suda birer çay daha içip Azmak’ı görmüş olmaktan memnun bir şekilde Akyaka’dan ayrılıyoruz. 
               
                                                                                                                    M & A 04/09/2015

10 Ağustos 2016 Çarşamba

AMASYA

Özet
Tarih: Mayıs 2015
Amaç: Arkadaş düğünü
Favori Faaliyet: Şehir gezisi
Favori Görülecek Yer: Kral kaya mezarları, Amasya evleri
Favori Gidilecek Mekan: Ali Kaya Restaurant
Amasya'dan Görünüm

Ankara’dan yaklaşık 4 saatlik bir yolculuğun ardından ulaşıyoruz Amasya’ya. Bir düğün vesilesiyle gelip güzel bir hafta sonu geçiriyoruz arkadaş grubumuzla. Cumartesi günü öğleden sonra varıyoruz Amasya’ya ve düğün sahibi arkadaşımızın ayarladığı Emin Efendi Konaklarına yerleşiyoruz. Yukarıdaki kadraja girmiş mi bilmem ama konak oralarda bir yerde. Konumu gayet iyi.

Bir şeyler atıştırmak için çıkıyoruz. Yeşilırmak’ın hemen kıyısında, çok yakınımızda olan Amaseia Mutfağını öneriyorlar, gidiyoruz. Baklalı sarması ve keşkeği meşhurmuş. Ancak hafta sonları şehir turların akınına uğruyor anlaşılan ve gittiğiniz mekandan sizden önce bir kafile geçmişse pek de şanslı sayılmazsınız. Baklalı sarmayı bitirmişlerL Keşkek ve mantı söylüyoruz. İkisi de ev yapımı lezzetinde, nehre bakan pencerenin önüne kurulu masada yemeğimizi yiyoruz. Hesap makul.

Pazar gününe Emin Efendi’de sunulan açık büfe kahvaltıyla başlıyoruz. Kahvaltı iyi değil.
Ardından Kral Kaya Mezarlarına çıkıyoruz, hava sıcak ve parkur zorlu. Tepede Kızlar Sarayı Kafe’de birşeyler içip dinleniyor ve manzaranın tadını çıkarıyoruz. İnişte Amasya evlerinin sokak aralarına kurulmuş tezgahlardan ufak tefek hatıralıklar alıyoruz.

Yeşilırmak’ın karşı yakasında bulunan II. Beyazıt Camisi ve Külliyesi görülmeye değer.
II Beyazıt Camii ve Külliyesi

Külliyede bulunan Minyatür Amasya Müzesi de öyle. 1914 yılında çekilmiş bir fotoğraftan esinlenerek yapılan bir kent maketi sergileniyor müzede. Türkiye’nin ölçek bazında en büyük kent maketiymiş kendisi. Işık oyunlarıyla şehrin gecesi ve gündüzü canlandırılıyor. Kara tren maketi gidip geliyor Yeşilırmak kıyısında. Amasya şehzadeler şehri malum. Maket üzerinden vakti zamanında şehzadeler nerelerde yaşamış, nerelerde talim etmiş bunları da anlatıyor görevli.


Minyatür Amasya Müzesi

Son durağımız yine yakın mesafede olan Amasya Arkeoloji ve Mumya Müzesi. Büyük bir müze, farklı dönemlere ait çok sayıda eser sergileniyor. Tüm bu yerler yürüyerek gezilebilecek mesafede. Şehir merkezinde araç için park yeri bulmak da zor zaten.

Böylece şehir turumuzu bitiriyoruz. Yemek için Amasya’yı seyreden bir tepede, merkeze yakın sayılabilecek bir yerde bulunan Ali Kaya Restaurant’a gidiyoruz. Patlıcanlı, patatesli ve etli Tokat Kebabı bir hayli lezzetli. Saç kavurma da güzel. Manzara bir harika. Yeşilırmak boylu boyunca karşımızda. Kral Kaya’ya bir de bu açıdan bakmak güzel.

Karnımız da doyduktan sonra dönüş yolundayız. Ankara dönüşünde Çorum yolunda müthiş leblebiciler var. Mutlaka uğramanızı öneriyoruz. Şekerlisinden çikolatalısına, tuzlusundan baharatlısına çeşit çeşit leblebi de gezinin cabası doğrusu.                                             

                                                                                                                                    M & A 29/05/2015
     

9 Ağustos 2016 Salı

SELİMİYE

Özet
Tarih: Eylül 2015
Amaç: Tatil
Favori Faaliyet: Yüzme
Favori Görülecek Yer: Çarşı
Favori Gidilecek Mekan: Paprika

Muğla’nın Marmaris ilçesine bağlı şirin bir köy olan Selimiye, 2015 Eylül ayının ilk haftasında Palamutbükü’nden Akyaka’ya uzanan tatil rotamızdaki uğrak noktalarımızdan biri. Bu rotada iki uğrak noktamız var ki özellikle Bördübet kendinden söz edilmeyi hakediyor. Daha önceden adını duyduğumuz Bördübet’in tabelası yolda karşımıza çıkınca sapmadan edemiyoruz.



Yol bir hayli bozuk, ancak yemyeşil ve dönemeçlerde kimi zaman maviyle buluşturuyor bizi. Sonunda karşımıza öyle güzel bir koy çıkıyor ki yolun tüm meşakkatini unutuyoruz.



Deniz tertemiz, etrafı orman, kuş ve böcek seslerinden başka ses yok. Kamp kurmak isteyenler için güzel olabilir.
Diğer uğrak noktamız ise Muğla Marmaris yolunda bulunan Kızkumu.


Denizin ortasında bir yol oluşmuş burada, su en fazla dizlerinize kadar çıkıyor, boydan boya yürümek mümkün. Çeşitli rivayetlere konu olmuş Kızkumu’nun ziyaretçisi de oldukça fazla.


Kızkumu ve Bördübet’in ardından akşamüzeri varıyoruz Selimiye’ye. Rezervasyon yaptırmadan gittiğimiz köyde sorun yaşamadan konaklayacağımız yeri ayarlıyoruz. Kıyı Hotel biraz aceleyle ayarlamamıza rağmen beklentimizi fazlasıyla karşılıyor.

Selimiye’de planladığımız üzere tek gece kalıyor ve kahvaltı dahil 250 TL civarı ödüyoruz. Otelin şirin bir bahçesi ve küçük bir plajı bulunuyor. Plaj ufak taşlı, akşamüzeri girdiğimiz deniz çarşaf gibi sakin ve suyun sıcaklığı çok hoş. Ufak balıklar ayaklarınızın dibinde dolaşıyor ve kıyıda ayakta duracak olursanız bacaklarınızı dişlemeye başlıyorlar.

Akşama balık yemek istediğimizi söylüyoruz. Otelin önerisi Lagos. Bizim için güzel bir balık ayarlayacakları sözünü aldıktan sonra Selimiye’de ufak bir akşam turuna çıkıyoruz. Otel, daha hareketli olan çarşıya 10 dakika yürüme mesafesinde. Çarşı beklemediğimiz kadar ışıl ışıl, kıyıya atılan masalar insan dolu. Dönüşte sahilden yürüyelim diyoruz, ancak bu pek mümkün değil. Zaman zaman evlerin ve mekanların bahçelerine girmek zorunda kalıyoruz. Yürüyüş için serbest bir sahil şeridi bulunmuyor. Bunu bir eksiklik olarak not edelim.

Otele dönüp, deniz kıyısında bir masaya oturuyoruz, balığımız da ızgaraya konuyor. Makul bir sürede, kararında pişmiş, tazecik ve biraz yağlı bembeyaz etiyle yaklaşık 2 kiloluk bir Lagos, güzel bir salata eşliğinde bizlerle. Yaklaşık 150 TL ödediğimiz balıktan bir hayli memnun kalıyoruz. Biraz hamak keyfinin ardından günü bitiriyoruz.

Ertesi sabah deniz yine durgun ve berrak. Güzel bir serpme kahvaltı yapıyoruz. Selimiye’den ayrılma vakti geliyor. Losta Tatlısı yemek gerek diye okumuştuk gelirken. Çarşıya gidiyoruz. Paprika’nın önündeki menüye ilişiyor gözümüz, çeşit çeşit limonata. Lavantalı limonata alıyoruz, mekan çok şirin ancak vakit nakittir hem tatlıyla da iyi gider deyip limonatayı alıp Meşhur Losta Tatlıcısına geçiyoruz. Losta tatlısı, bir çeşit baklava ama baklavaya göre çok hafif. İncecik bir yufkası var, içinde de keçi peyniri. Yanında limonata doğru tercih.

Losta tatlısı, Selimiye’ye kadar gitmişken denenmesi gereken lezzetlerden, lavantalı limonatayı özellikle tavsiye ediyoruz. Yemek için oteli tercih ettik ancak çarşıda da çok çeşitli mekanlar bulunmakta, aradığınız lezzeti bulmakta zorlanmayacaksınız.

Bu kısa Selimiye gezisinden hafızalara kazınan ilk kez yediğimiz enfes Lagosumuz, içimizi ferahlatan mis kokan lavantalı limonata, kulaçlarımızla incitmekten çekindiğimiz tertemiz deniz oluyor.




 M & A 03/09/2015