Özet
Tarih: Haziran 2016
Amaç: İş Gezisi
Favori Faaliyet: Yürüyüş
Favori
Görülecek Yer: Shinjuku Gyoen Bahçesi, Kitanomaru Park
Favori
Gidilecek Mekan: -
2016 yılı Ramazan ayında Tokyo/Japonya’da
bir toplantıya katılmam gerektiği söylendiğinde, “uzun uçuştan ben korkarım,
Japonları da sevmiyorum (iş konusunda), hem kimseyi de tanımıyorum, ne yapayım
Tokyo’da!!!” diye düşünmüştüm. Ama emir demiri keser, 1 hafta sonra kendimi
Tokyo’da buluverdim.
Aslında uçak biletleri çok daha pahalı olsa da, o dönem THY’den gidiş dönüş (Ankara-İstanbul aktarma uçuşları da dahil) 3.500 TL’ye bilet bulabildim. İstanbul-Tokyo arası 12 saatlik uçuş geçmez gibi gelirken, THY sayesinde birkaç güzel film izleyerek ve biraz da uyuyarak bir çırpıda geçiverdi yolculuk.
Gecelik (oda+kahvaltı) 10.000 Yen (yaklaşık 270 TL) karşılığında 4 gece geçirdiğim, Tokyo standardına göre ucuz sayılabilecek, “Otel Asia Center of Japan”de çok sıcak karşılandım. Otel, Aoyama-Itchome Metro İstasyonu'na 500 metre mesafede, ulaşımı kolay bir konumda. Odaları kimisine göre fazla küçük olsa da, her bir alan en optimum şekilde kullanılmış, ihtiyacımız olabilecek bir su ısıtma cihazından el fenerine, pijamadan terliğe her bir detay düşünülmüştü. Odada en çok dikkatimi çeken şey son teknoloji :), bir düğmeyle su ve koku saçan, müzikli klozetti.
Unutmadan yazayım, Japonya’da prizler 3 girişli. Her ne kadar oteller misafirleri için adaptör bulundursa da, yabancı turist sayısının fazla olduğu zamanlarda size kalmayabilir. Bu nedenle gitmeden bir uluslararası seyahat adaptörü edinmekte fayda var.
Türkiye-Tokyo arası 6 saatlik saat farkı biraz sersemletse de, otele yerleşir yerleşmez Akasaka mevkiinde yürüyüşe çıkıyoruz. Yürüyüşte dikkatimi ilk çeken yol kenarındaki “100 Yen Shop” :) Mantık bizdeki “1 Milyoncu” olsa da, Japonya’ya özgü pek çok obje ve hediyeliği çok ucuz fiyatlara bulmak mümkün. Onun dışında civarda daha çok kafeler ve restoranlar var. Bunların bir kısmı da Türk Restoran/Kebapçıları. Dış görünüşümüz bizi ele veriyor olmalı ki, sokaktaki Türkçe karşılamanın ardından çaya davet ediliyor ve ısrarlara dayanamayıp oturuyoruz. (Çayı reddetmek olmaz tabi.) Yemek yemesek de, etraftaki masalara baktığımızda, Türk yemeklerinin de Japon usulü tabaklarda ve çubuklar (stick) eşliğinde servis edildiğini görüyoruz. Japon restoranları ise, önlerinden geçerken bile rahatsız eden ağır kokusuyla ve camekanında gördüğümüz ve ne olduğunu anlayamadığımız yemekleriyle bizi pek cezbetmiyor.
Yemek yemek gezilerimin
en eğlenceli yanı olsa da midemin farklılıklara hassasiyeti nedeniyle Tokyo
yemeklerinden büyük beklentilerim yoktu diyebilirim. Hatta en büyük endişem orada
aç kalmak ya da midemi bozmak olduğu için gitmeden kuruyemiş, grissini ve çubuk
kraker gibi şeylerle valizimi doldurmuştum.
Hazırlıklı olduğum için otelin kahvaltı büfesinde de balık çeşitlerinin yer almasını çok yadırgamadım; fakat Japonların ekmek, peynir, zeytin, domates, salatalık (sebze zaten oldukça pahalı) tüketmediğini görmek bir hayli şaşırttı beni. Neyse ki yumurta, kruvasan, yulaf, süt vb. şeylerle gayet doyurucu bir şekilde kahvaltı yapabildim.
Ankara metrosu ile yıllardır yapılan karşılaştırmalardan bilen bilir, Tokyo’nun metro ağı oldukça gelişmiş, resmen dört bir yanı demir ağlarla örülmüş diyebiliriz. Her bir köşesine metro ile ulaşım sağlanabildiği gibi, bir bölgede birden fazla metro istasyonu ve metro hattı görmek de mümkün. Metro kullanmak için gişelerden Pasmo (biniş kartı) almanız ve bir miktar para yüklemeniz gerek. Metro ağı fazla olunca metro kullanımı için sabit bir ücret de belirlenememiş olsa ki, Pasmo’nuzu hem metroya binerken hem de metrodan inerken okutuyorsunuz ve ücretlendirmeniz indiğiniz durağa göre yapılıyor. (ortalama 4-5 TL). Bu arada metro istasyonlarında kablosuz internet bağlantısı ücretsiz :)
Tokyo’da araç trafiğine
paralel olarak insan trafiği de tersten akıyor. Metro istasyonlarındaki
kalabalıkla başa çıkmak için merdivenlerde ve koridorlarda da oklarla sağ şerit
geliş, sol şerit gidiş için ayrılmış durumda. Metro ağı bu kadar
gelişmiş olunca, Tokyo halkını metro kullanmaya teşvik etmek ve karayolundaki
araç trafiğini önlemek için halka açık otopark alanları oldukça sınırlı
tutulmuş. Hatta fark ettik ki kamu kurumlarında hiç otopark yok.
İkinci gün akşamı metroyu ilk kez test ediyor ve dünyanın en ünlü markalarının mağazalarının ve ışıklı yüksek cam binaların yer aldığı, kalabalık kavşakları ile ünlü Shibuya’ya gidiyoruz. 4 ana caddeyi kesen kavşaklarda günün her saati bir insan seli akıyor. Starbucks, Burger King, McDonald’s gibi işletmelerin köşe başlarını kaptığını görmek, her ne kadar farklı bir kültür de olsa, Tokyo’nun da bir metropol olduğunu hatırlatıyor bize. Her yerde karşımıza vergiden muaf kozmetik ürünleri satan, dünyaca ünlü ve oldukça pahalı markalar arasında yer alan Shiseido marka kozmetik ürünlerini de nispeten daha ucuza bulabildiğimiz, dükkanlar çıkıyor.
Her ne kadar mükemmel lezzetler beklemesem de, hazır buralara kadar gelmişken geleneksel lezzetleri de tadalım istiyoruz ve suşi yemeye karar veriyoruz. Malum, suşinin seveni olduğu kadar sevmeyeni de çok fazla. Ben ikisinin ortasında sayılırım; fazlası zarar azı karar politikasıyla birkaç çeşidini deniyorum. Bazı çeşitlerini beğensem de, bazılarının içerisindeki vasabi aroması beni rahatsız ediyor ve hamburgere çark ediyorum. (Bilmeyenler için: Vasabi, bayır turpu dedikleri bir bitkiden yapılan, zararlı parazitleri yok etme özelliğinden dolayı özellikle çiğ et içeren yemeklerde kullanılan yeşil ve acı bir sos. Vasabi acısı, bizim bildiğimiz biber acısından biraz farklı olarak, dil ya da boğazdan çok, burnunuzu ve beyninizi yakar. Bu nedenle, yedikten sonra burnunuzu kapatarak etkisini biraz azaltabilirsiniz.) Denediğimiz bir diğer Japon mutfağı ürünü ise tempura. Tempura bir çeşit una batırılmış sebze (taze fasülye, bal kabağı, yeşil biber vs.) kızartması. Bu yemeği oldukça beğenmemizin sebebi belki de bizim mutfağımıza yakın bir tat olması.
Bence bir şehir en iyi gezilerek görülür. Bu nedenle ilk defa gittiğim şehirlerde toplu taşıma kullanmayı mümkün olduğunca tercih etmem. Bu düsturla, seyahatimin üçüncü gününde yanıma yol arkadaşları bulup, yürüyerek otelimize 7-8 km uzaklıktaki Akihabara semtine gidiyoruz. Akihabara aslında Kızılay gibi merkezi, kalabalık bir yer olmakla beraber, daha çok elektronik aletler satan mağazalarıyla ünlü. Bu mağazalar Türkiye’ye kıyasla çok daha ucuz ürünler satmalarıyla bilinse de, son 2 yıldır bu özelliklerini yitirmişler. Ama Anime karakterlerinin oyuncaklarını satan mağazalar oldukça ilgi çekici ve nispeten hesaplı.
Akihabara |
Bu semtteki kafe ve
restoranlar Japon halkının yalnızlığına da bir çözüm bulmuş. Mekanların önünde
duran ve bütün sempatikliği ile sizi içeri davet eden çalışanlar, yemek
esnasında da hoş sohbetiyle size eşlik ediyor. (Türkiye’de bu durum farklı
çağrışımlar yapsa da, biriyle oturup sadece hayata dair sohbet etmek veya
dertleşmek Japonlar için çok normal.)
Ama benim için Tokyo’nun en güzel yerleri; parkları. Shinjuku Gyoen Bahçesi bunlardan en büyüğü. Bahçe göz alabildiğine yeşil, içinde bir göl, bir botanik park ve kiminin gövdesi 1 metre çapını bulan bin bir çeşit ağaç barındırıyor. Park o kadar büyük ki, 4 saatlik yürüyüşümüzün sonunda sadece dörtte birini görebildiğimizi fark ediyoruz.
Shinjuku Gyoen
Bahçesi
|
Kitanomaru Park
|
Meşhur Takeshita Caddesi ise, sağlı sollu küçük
dükkanların bulunduğu, türlü hediyelik eşyaların satıldığı çok hareketli ve
renkli bir cadde. Tokyo’yu ziyaret eden her turistin mutlaka yolu düşüyordur.
Takeshita
Caddesi
|
Son olarak tüm şehri
ayaklarınızın altına seren 333 metre yüksekliğindeki Tokyo Kulesi’ni görmeden
olmazdı. Çıkmak istediğiniz yükseklik arttıkça, çıkış ücreti de artıyor ne
yazık ki. (Ortalama 60 tl diyebiliriz.)
Shibuya’da bir
sigara içme bölümü
|
Tokyo her ne kadar bir metropol
olsa da, kendine özgü farklılıklarıyla yeni bir pencere açıyor gözümde. Tüm bu
farklılıkların temelinde insanlarının önce nezaketi, sonra garanticiliği ve
kuralcılığı yatıyor bence. İnsanların kırmızı ışıkta karşıya geçmek için veya
istasyonda metroya binmek için sıra beklemesi, sigarayı sokakta yürürken (açık
alanda) değil de yol kenarlarındaki camekanlı bölmede içmeleri ve böylece sigara
içmeyenleri sigara dumanına maruz bırakmamaları, daha da ilginç olanı herkesin
bu genel kurallara uyuyor olması :) hayranlık
uyandırıcı.
Dileriz herkesin yolu bir
gün Tokyo’dan geçer.
B
& Y
25.06.2016